21 Kasım 2007 Çarşamba

NÜKLEER SANTRALE TBMM GEÇİT VERİYOR Kİ... HUKUK...

8-9 Mayıs 1998 günlerinde Avrupa Hukukçular Birliği ile Açık Sayfa Aktüel Hukuk Dergisi'nin düzenlediği, “NÜKLEER VE KİMYASAL Çevre Kirliliği” konulu konferansta söz almışım; ŞÖYLE :
“Önce, oturum yöneticisi, İstanbul Barosu Başkanı Sayın Hocama, “Barolar Birliği Yönetimi'nin ölü sessizliğini, eski Barolar Birliği'nin nerede olduğunu, burasının milletvekiliğine atlama tahtası mı olacaktıyı, yargı kararlarına direnen devlete, MAI' lara, bakanlara, ajanlara söyleyecek sözü niye olmaz” diye laf atarak, şikayet ederek sözlerime başlamak istiyorum. Sonra, dün Rona Hoca, Kaboğlu Hoca teorik giriş yaptılar ama ben de “İnsanım. İnsancıl olmaktan uzak kalamam” şiirini, bu şiirin üzerine inşa edilen Marksizmi, sonra merkeze insanı koymanın yetmediğini, Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an’da “sizin için yarattım çevreyi ey insanlar” denilişini ve insanların da tamahını hatırlatmalıyım. Artık merkeze insanın yanına, yanıbaşına çevreyi koyarak yeni düşünüş, yeni toplumsal sözleşme olabileceğini, olmakta olduğunu söylemeliyim. Lise son sınıfta çocukken, matematik sınavında öğretmenim Kadriye Hanım’ın sorusuna formül yazıp “sorudaki verileri bu formüle yerleştirirsek, sonuç çıkar” dedim diye, 10 değil, 0 değil, 5 alarak sınıfı-dersi geçirilmiş idim.
Benzer bir deneme yapasım geliyor. Yani Rıo, Bergen 6/f, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, beğenmediğim Anayasamız 17, 56, 138, Çevre Yasası 3, 10, ÇED Yönetmeliği 15, Hıfsısıhha Yasası 268, İmar Yasası, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Yasası 28, Köy Kanunu 44/2, Kamulaştırma Yasası 5, TCK 146, 647 sayılı yasa hükümlerini sıralayıp, sonra da Gökova santral olayını ve Bergama ve Sivrihisar ve Artvin ve Gümüşhane ve Efem Çukuru siyanürle altın dosyalarını özetleyip, “Bu dosyalar, bu kanunlarla, bu hukukla buluşsun, kucaklaşsın, çarpışsın” demeyi, komut vermeyi düşünüyorum.
Pat diye Danıştay, yüksek mahkeme kararının ortaya çıktığını görürsünüz.
Siyanürle altın Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “yaşama hakkına.” 56. maddesinde yer alan “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkına” ters projedir,. “İPTAL OLMALIDIR” diyen Danıştay kararına rastlarsınız.
Gökova santral davasında mahkeme kararı vardır. Mahkeme kararına uymak ne kelime. T.C. Bakanlar Kurulu'nun “santral mahkeme kararına rağmen çalışsın” diyen, Resmi Gazete’de bile yayımlanmamış, yok hükmünde prensip kararı vardır.
Bana, bize çevreci maganda diyen Dış İşleri Eski Bakanı Prof.Dr.Mümtaz Soysal’ın, KİGEM'in elinde Hopa Limanı, Antalya Limanı özelleştirilemez yollu ilamlar vardır.
Bir görüşe göre hakimlere: “Madem iptal kararı verirler uygulanmasını da sağlasalar ya!” denilir amma, affedin o kadar uzun boylu değil. Siz, biz, barolar, Barolar Birliği ve diğer kişiler , örgütler ( ÖDP isimli parti uyuyor mu ?), başka ne işe yarar?
Bu durumda, mahkeme kararlarına direniş halinde NE yapılmalıdır? Ne yapmalı meselesini tartışmak istiyorum.
Önce 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na göre; meşru, minik, pıtrak gibi müdahale örgütleri kurulmalıdır.
Sonra hukuka uygun, ancak kanunların sınırında sivil itaatsizlikleri teorik olarak pratik olarak derinleştirmeliyiz.
Kendi özelimizde nüfus sayımında susan, Bergamalı 4000 köylüyü, cezaevlerine nasıl, ne zaman, nerede yerleştirebiliriz de Devlet bu yolla hukuksallaşır? Bu ve buna benzer olguları tartışmak, sizden bilgiler alarak İzmir'e dönmek istiyorum; ama buraya kadar gelmiş Bergamalılar’ın avukatı... Sen anlat masalını diyorsanız, anlatırım ama... Yine siz evlerinize döner, yine bizden çok şey beklersiniz. Sizin uyumamanızı istiyorum, ama bu nasıl olacak bilmiyorum.
Önce bir Haklara bakınız,
Alkidamas,
1215 Magna Chasrta,
1628 Haklar Dilekçesi,
1776 Virginia Haklar Dilekçesi,
1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirisi,
1948 BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,
1950 Roma-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
1953 Avrupa Konseyi İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme,
Bize geçiyorum:
1808 Sened-i İttifak
1839 Tanzimat Fermanı
1856 Islahat Fermanı
1876 Kanun-i Esasi
1921 Anayasası
1924 Anayasası,
1961 Anayasası,
Beğenmediğimiz 1982 Anayasası
İşte hukuk metinleri...
Ben bu meselede nereye gelmek isterim biliyor musunuz? Temsili demokrasi / doğrudan demokrasiye, katılıma, çoğulculuğa, yurttaşa, yurttaş inisiyatiflerine, sivil itaatsizliklere ve devletin ve ÇUŞ' ların kuşatılmasına...
Fakat panel benden galiba çevre hakkı boyutunu istiyor. Bergama örneğini, Gökova örneğini yargı kararlarına direnişi ve direnişin kırılması konusunu bekliyor.
Artık insanın tarifi de değişti birader! Soluduğu havayı, içtiği suyu, geride doğadan ne kalmışsa, diğer canlıları da kendisi için ve gelecek kuşaklar adına savunan insan tarifi yapılıyor.
Uluslarası alanda çevre hakkını ilk kez Haziran 1972 de Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı sonucu yayımlanan Stockholm Bildirgesi’nde görüyoruz : ‘’İnsan, kendisine onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren, nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hakkına sahip'tir.''
28 Ekim 1982 Dünya Doğa Şartı’nda somut ilkeler var,
1990 yeni bir Avrupa için Paris Sözleşmesi var,
1990 Bergen-BM Avrupa Ekonomik Komisyonu Çevre ve Kalkınma Konferansı sonuç bildirgesi.
Tam bu sırada bu konferansın bilimi maden/ kimya bilimcilerini nasıl etkilediğini anlatmak istiyorum.Şu anda burada varsa bir madenci, kimyacı duysun isterim. Yoksa buradaki dostlar onlara aktarsın isterim. Bergen konferansından sonra, artık yöre halkına soruyorlar: “Bu dağın altını oyalım mı?” diye. Onlar “hayır” deyince bilimadamları başka dağın altını oyabilmek için o yöre halkına doğru gidiyorlar. Anlatabildim umarım.
Haziran 1992 Rio Toplantısında da, Çevre Sözleşmesi’nin imzalandığını görüyoruz. 1.ilkesinde “İnsanlar sürekli ve dengeli kalkınmanın mekezindedir. Doğa ile uyum içerisinde sağlıklı ve verimli bir hayata hakları vardır” yazar.
Beğenmediğimiz Anayasamız’ın bakın 17. Maddesinde '' Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip'tir.'' yazar. 56. Maddede de '' Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.'' diyor.
Bu hakların kitaplarda yazılı olması yetmiyor. Bunların uygulanması gerekiyor. Bu konuda umutlar oluyor tabii zaman zaman. Mesela Bergama’da siyanürlü altın konusunda halkın direnişi, yaşama hakkına, çevre hakkına sahip çıkma konusundaki itaatsizliğinden sonra Danıştay’ın aldığı karara bakınız:
“.... İnsanın yaşama hakkını ve devletin de çevre sağlığını koruma, çevre kirlenmesini önleme, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlama ödevlerini dikkate aldığımızda, ... risk faktörleri ile çalışan ve bu riskin gerçekleşmesi halinde doğrudan veya çevresinin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır.”
Fakat hemen şunu söylemeliyim. Yasalarda yazıyor. Mahkemeler karar veriyor. Ama bu hak teslim edilmiyor. İşte Bergama köylülerinin mücadelesi...
Buraya toplanmış bilimadamlarına ve öğrencilere, misafirlere ben sormaz mıyım : “ Ne yapalım? Ne yapayım? Ne yapmalısınız?” Konuşun... Panel de işe yarasın...
Altın için, Shaekspeare'in Atinalı Timon adlı eserindeki yaklaşımı, yani '' Toprağın altındaki zehir, karayı ak, çirkini güzel, alçağı asil.... yapan sarı... insanlığın ortak orospusu'' deyişini hatırlatmalıyım.
Yakın geçmişi de toparlayarak aktarmak isterim ki, 1992 yılında haberimiz olmadan Enerji Bakanlığı’ndan maden işletme izni almışlar.
1994 yılına gelinmiş. Bergama'da Eczacıbaşı firmasından izin devri ile Eurogold firmasının siyanür yöntemli altın eldesi için Çevre Bakanlığı'ndan aldığı “mahsur yoktur” izninin- işleminin- görüşünün iptali için İzmir İdare Mahkemesi’ne ben dahil 652 kişi olarak başvurmuştuk.
Bütün odalar ( Maden Mühendisleri Odası hariç), barolar, üniversiteler; halkın, insanların ve doğanın risk altında olduğunu belirttiler.
Yerel mahkeme üç uzmandan, ODTÜ’lü Coşkun Yurteri ve arkadaşlarından görüş istedi. Bu uzmanlar özetle ''TC Devleti büyüktür. Sızıntı olursa kapatır. Firma da çok büyüktür. Çevreci imajının sarsılmasını istemez. Bu güvene dayalı olarak projeye izin verilmesini onaylıyoruz'' dediler. İzmir’de yerel mahkeme, bayan yargıç Esin Tan' ın muhalefeti ve fakat erkek iki yargıcın çoğunluğu ile halkın duygu ve düşüncelerinin aksine, bilimsel tereddüte rağmen, firma lehine karar verdi. Danıştay’a, temyize gittik. Ancak onlar “yani firma” beklemeden, devlet büyüklerinin hâlâ devam eden cesaret ve destekleri ile, Türk Ticaret Yasası’nda yer alan ''mütebbir işadamı '' olmayı bir kenara bırakarak, hiç bir uyarıyı dinlemeyerek, hukuka, halka saygı göstermeden '' Bize ne devletinizden, Ankara izin veriyor kardeşim '' diyerek, tümüne 1,2 milyar lira, yani ağaç başına 500 küsur bin lira ağaç parası ödeyerek, 2350’ den fazla ağaç kesmeye ve yoğun inşaat faaliyetine giriştiler. Üç milyon dolar masrafı 50 milyon dolara çıkarmaya ya da çıkardık demeye başladılar.
Halk ayağa kalktı. Karayoluna 500 kişi saatlerce ( 6 saat) oturdu. Kalkmadılar. Yoğun yağmurda “Yetti Gari Mitingi” yaptılar. Sokaklarda çıplak dolaştılar.Bildiri dağıttılar. Kefenlerle dolaştılar. Binlercesi, dinamitten bebek düşüren kadınlar için Kaymakama dilekçe vermeye çıktı. Sekiz köyde referandum yapıp, 2866 köylü, eksiksiz olarak, siyanürle altın elde edilmesine “HAYIR!” dediler. Kıbrıs Lefke’deki terkedilmiş altın madenini incelemeye gidip döndüler. Türkiye’ye misafirliğe gelen Wolkswagenciler’i ağırladılar.
Meşale ile sabaha kadar yürüyerek destek için İzmir’den gelenleri ağırladılar. Anadolu Üniversiteliler’in ve Ankara Üniversiteliler’in belgesel film çekmelerine yardımcı oldular. Bütün Türkiye’de kişi ve kuruluşların desteğini aldılar. Yurt dışında da çok kişi ve kuruluşun desteğini aldılar. Ankara’ya, parlamentoya 50.000 imza verip geldiler. Maden Bakanı’nı yoldan çevirdiler. Dayanamadılar, maden alanına girdiler. İzmir Valisi huzur sağlanması için madeni 5442 saayılı İl İdaresi Yasası’ndaki huzur ve sükûn temin yetkisi ile 1 aylığına kapattı.
Ve nihayet D a n ı ş t a y’ ı n 6 . D a i r e s i beklenen büyük kararını verdi ve İzmir İdare Mahkemesi’nin kararını 14 Mayıs 1997 günü BOZDU.
Karar, Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşama hakkının ve 56. maddedeki sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlal edilemeyeceğini, insan yaşamını etkileyeceği kesin olan bu yöntemle altın madeni işletilmesinin kamu yararına aykırı olacağını belirtmiştir. Ve buna tüm insanlar ve canlılar çok sevindiler. Danıştay kararına karşı Eurogold’un hukuka aykırı, halka ters, saygısız yorumları kamuoyuna açıklandı. Danıştay tebligatı taraflara yapmadan, neden TC Devleti’nin Anadolu Ajansı’na açıklama yapmış? Danıştay siyanür içermeyen faaliyete sınır koymamış.O zaman Türkiye'de nice siyanür kullanan işyerleri kapatılmalıymış. Dünyanın hiçbir yerinde böyle mahkeme kararı yokmuş. Kütahya'da siyanür kullanılıp duruyormuş ve zarar vermemiş.( Hala 56 ölüye inanmıyorlar.) Bizim ülkemizde bir avuç ekmek için çamurlar içinde boğuşan insan manzaraları varken bu madenciliğe karşı siyasi kampanya savunulamazmış(Diyarbakır'da kamyon yanında ekmeğe uzanan kadınları hatırlatmak istiyorlar.). Madende 380 kişi çalışıyormuş.Onları ekmeklerinden edemezlermiş. Türk Devleti’nin güvencesi ile 30 milyon dolar para harcamışlar (geri istiyorlar).
Danıştayın 6. Dairesi’nin BOZMA kararı 2577 Sayılı Yasa’nın 52/4 maddesine göre otomatikman yürütmeyi durdurma içerir. Dinlemediler.
2577 Sayılı Yasa’nın 28. maddesinde “ilamların gecikmeksizin yerine getirilmesini öngörmüştür. Bu en fazla 30 gün sürebilir” demesine sığınıp devletin beklemeye kalkması Bergama halkını çok üzecekti. Bu olgu İzmir Valisi’ne aktarılmıştır. Anayasa’nın 138 maddesi de, parlamentonun da, hükümetin de, tüm idarelerin mahkeme kararını gecikmeksizin, değiştirmeksizin yerine getirilmesini öngörmekle aksi durumun Anayasa ihlali olacağında kuşku bırakmamaktadır. Bu da Türk Ceza Yasası’nda 146. maddede çok ama çok ağır bir ceza ile cezalandırılmıştır. Tüm ilgililere aktarılmıştır.
Anayasa’nın 11.maddesinde de: “Anayasa hükümleri yasama yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kurumları bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” denmektedir.
Halk ve destekleyenler hala Maden Bakanı’nın: “Çevre Bakanı ile Enerji Bakanı ile beraber oturup çözeceğiz, ama halk tek taraflı bilgilendirilmekte, biz de devlet ve şirket ikilisi de halkı bilgilendireceğiz.” gibi garip laflar ettiğini bilerek, görerek, ama ağırbaşlılıkla ve fakat direnme duygularının hiç azalmadığını hissettirerek 30 gün sonuna kadar, yani 27 Haziran 1997 tarihine kadar bekleme kararı almışlardır.
Bu arada köylüler, maden çevresindeki jandarmaların, Eurogold yemeğini değil köyün yemeğini yemeleri yolunda eylem yapmışlardır. Kızılderililer gibi maden çevresinde çıplak ve yüzleri boyalı “tam tam” dansları etmişlerdir.
Binlerce köylü, oğullarının ilkokul kravatlarını ödünç isteyip, takıp İzmir Valisi’ne dilekçe vermeye gelmişlerdir.
Ankara'ya binlerce telgraf çekmişlerdir. İzmir Valisi’ne ve medyaya “Korkmayın canım, bir şey olmaz. Sizin ülkede bizim ülkedekinden daha fazla emniyet tedbiri alıyorlar vallahi” demeye çalışan Avustralya Büyükelçisi’nin basın toplantısına katılmışlar, onun kaçmasına yol açmışlardır.
Tam da bu sırada Bergama'da darbe alan, darboğaza giren Eurogold firmasının daha önceden beri hukuksal olarak izinlerini aldığı, şantiyesini kurduğu ve beklemekte olduğu Gümüşhane Demirkaynak-Mastra bölgesinde, yanıbaşındaki mezrada, Cominco madencilik firmasının, ÇED sürecini hızlandırdığını görüyoruz.
Gümüşhane’nin 13 köyünün muhtarının imza kampanyası başlattığını duyuyoruz.
Nihayet 11 Haziran 1997 'de, ÇED toplantısında Çevre Bakanlığın’dan gelen bürokratların bir oldu bittiye getiren zabıtlar tutma geleneklerini bozmak için yöreye akın başlamıştır. 600 kişi Gümüşhane Valisi’nin ÇED toplantı odasına sürpriz şekilde gitmişler, herkesi şaşırtmışlar ve ÇED tutanaklarına itiraz şerhi koymuşlardır.Ve sevinerek öğreniyoruz ki, Orman Bakanlığı’nda; halk istemediği için, ormanlık alanlar olduğu için, ekolojik denge için Gümüşhane'de siyanürle altın eldesine karşı RED kararı çıktı. Orman Bakanlığı bürokratlarına ve düşkün oldukları içtiklerine selam yolluyorum .
27 Mayıs 1997 tarihinden itibaren 30 gün, yani 27 Haziran 1997 günü saat 17.31'e kadar mahkeme kararının uygulanmasını bekleyen, “uygulanmazsa çılgına döneceğim” diyen, yöre-Bergama halkına Türkiye’nin, bütün dünyanın iyi insanları, hayvanları, bitkilerinin destek vermesi, oraya gelmesi, tel örgülere dayanması, türkü- şarkı söylenmesi beklenmiştir.
Bu yolda örneğin 26 haziran-27 haziran günlerinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Türk, Alman vb bilim adamları, hatta aralarında ÇED hazırlayıcısı Prof. Dr. Orhan Uslu’nun da bulunduğu bilim adamaları bilimsel bir deklerasyon yayımlayıp “bilimsel olarak siyanür liç yöntemi ile altın eldesi projesi” reddedilmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı İdare Hukuku Profesörü Ülkü Azrak, Danıştay kararından sonra artık siyanür liçi yöntemi ile madenin üretimine izin veren kararının uygulanmasına hukuken imkan kalmadığı mütalaasını vermiştir. Ankara Hukuk Fakültesi’nden Prof. Yıldırım Uluer, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Zehra Odyakmaz, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Meltem Kutlu da “derhal mahkeme kararlarının uygulanması gerektiği” görüşünü sunmuşlardır.
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, “altın madeninin Bergama Ovacık’ta yapılamayacağını” bilimsel olarak karara bağlamış ve kamuoyuna açıklamıştır.
27 Haziran 1997 günü 17:31’den sonra, 2 gün boyunca dört bin köylü madeni sarmıştır. Valilikle yapılan görüşmelerde, Enerji Bakanlığı'nın İzmir Valisi’ne firmanın yörede dinamit patlatmasına engel olunmaması yolundaki emri gözlenmiş, Valinin sıkışıklığı anlaşılmış, 5442 sayılı İl İdaresi Yasası’ndan kaynaklanan huzur ve sükunu sağlama yetkisini kullanamayacağı anlaşılmış ve yeni hükümetin kurulmakta olduğu ve yeni hükümetin de karar vermesinin bir hafta beklenmesi yolunda görüş birliği sağlanmış ve bir hafta sonra mahkeme kararına uyma gözlenmezse meşru müdafaa hakkının doğacağı, firmaya ve kamuoyuna deklare edilmiştir. Bu koşullarda biz mahkeme kararının uygulanacağını beklerken İzmir Valisi'nin imzası ile hangi hukukçunun mütalaası ile olduğu anlaşılamayan, 27.6.1997 tarihli ve 350400 sayılı yazısına rastladık ki, bu yazıda “Danıştay 6.Dairesi’nin bozma kararına karşı, Çevre Bakanlığı kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuştur. Hukuki işlem bu aşamada olup devam etmektedir. Kararın düzeltilmesi talebinin reddi veya kabulünden sonra; Danıştay 6. Dairesi ve İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin kararlarına göre 2577 sayılı yasanın 54 ve 28. maddelerindeki prosedür devam edecektir. Henüz kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmamaktadır. Konuya ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan alınan 23.6.1997 tarih ve 597 sayılı yazıda ‘altın madeni sahasındaki çalışmaların aksatılmadan yürütülmesi gerekmektedir’ şeklindeki bir emir olduğu” belirtilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği de, 1879 sayılı yazı ile “firmanın 30 milyon dolar yatırım yaptığını, faaliyetlerine engel olunduğunu, şirket yetkililerine devletin verdiği söz ve belgelere sadık olunduğu, konunun mutlaka halledileceği, ancak önce bölgede sükunetin sağlanmasının önemli olduğu, maden projesi çalışmalarının devam ettirilmesi için tedbir alınması istenmiştir.” demiştir.
Bu bir haftalık süre içinde yine pek duyarlılık gözlenmeyince ve Bergama maden sahasına siyanür tankları getirildiği duyulunca, yörede yine binlerce köylü toplanmıştır. Ve 3 araç yanmıştır. 38 gözaltı ve 7 tutuklama yaşanmıştır. Ceza yargılamasına İzmir Barosu’nun sıkı katkısı gözlenmiştir. Çağdaş Hukukçular Örgütü’nün ilgisi, katkısı gözlenmiştir. Köylülerin avukatları, tazminat davaları açmışlar ve suç duyuruları yapmışlardır.
Yeni hükümetin Çevre Bakanı, güvenoyunun hemen ardından ilk Bakanlar Kurulu’nda konunun köylü lehine çözüleceğini söylemiştir. Konu 3 kez Bakanlar Kurulu'na sokulmuştur.
Biz, devletimizin ve çok ajanının geleneğinde yargı kararına uyum görmediğimiz için, yeni Çevre Bakanlığı'nın, Bakan İmren Aykut’un Bakanlar Kurulu talimatı ile ortalama formül dayatmaya kalkışabileceğini düşündük, kendimizi ve müvekkillerimizi ayık olmaya çağırdık. Gerçekten haklı çıktık.
Yüz günü geçti ki, hâlâ yargı kararının uygulanması konusunu çözememekteyiz. Ve bu yolda ruhsatların vs. iptali mahkeme kararının kesinleşmesine bağlansa da, maden faaliyetinin sinir bozucu biçimde devam etmesinin önüne geçememekteyiz.
Çevre bakanlarının “Firmadan faaliyeti durdurmalarını rica ediyoruz; dinlemiyorlar.” deyişlerinin önüne geçemiyoruz.
Bu arada, sayın Av. Prof. Dr. Yahya Zabunoğlu gibi tek tük bilim adamının, Danıştay kararının hele İzmir İdare Mahkemesi önüne gelmesini, yargıçların belki direneceğini söylemelerine rağmen yerel mahkeme direnmemiş, uymuş ve iptal kararı vermiştir.
Bu karar da taraflara tebliğ edilmiş ve otuz gün beklenmiştir. Şimdi de Çevre Bakanlığı kendi bakanlığını ve iptal edilen işlemini zayıf bulmakta imiş. “Bergamalılar kabak tadı vermekte.” demekte imiş.
İzmir Valisi de; ÇED barajını aşamayan işletmeyi Valilik olarak kapatması gerektiğini yazan ÇED Yönetmeliği’nin 28. maddesi kendisini bağlamazmış. Ankara’nın talimatını bekliyormuş. Orman Bakanı orman tahsis alanını yenilemiyor. Ancak kamuoyuna iptal-red işlemini açıklamıyormuş. Maliye Bakanı oradaki hazine arazisinin tahsis iznini geri çekmeyi düşünüyor, fakat çekiniyormuş. Fırsattan istifade firmaya yeni gelen genel müdür Bergama’da, ramazanda üç lokantayı fakirlere açarak, gelen fakirleri kamuoyuna göstererek atak yapmak istemekte imiş. Aynı genel müdür basına, hukuka aykırı suç teşkil eden ilanlar vererek basını etkilemek ve kamuoyunu ikna etmek istiyormuş.... Türk Bayrağı resmi altında, “EUROGOLD firması Türk kamuoyuna hukuksal süreci çarpıtan ve kamuoyunu yanıltanın o garip ittifak olduğunu duyurmayı bir görev bilir” diyen.
Bu ilanlara Reklam Kurulu, 54.000.000.000.-TL ceza vermiş ve fakat Yalım Erez isimli sayın Sanayi Bakanımız bu cezayı bir türlü onamıyor imiş.
Biz, yine de yargı kararlarının Türk Milleti Adına alındığını hatırlatmayı, Anayasa’nın 138. maddesinde yargı kararlarına parlamentoların bile uyması gerektiği hükmünü hatırlatmayı, Anayasa’nın 90. maddesine göre milletlerarası anlaşmaları hatırlatmayı, Paris, Granada, Bern, Ramsar, Basel, Cenevre, Barselona, Bükreş, Newyork, Roma, Rio, Frankfurt, Bergen anlaşmalarını hatırlatmayı sürdürmüşüzdür. Sonra köylüler yörede Fransızlar’ın terkettiği Balıkesir Balya madenini ziyarete gidip dayak yemişler, Boğaz Köprüsü’ne eyleme gitmişler, nüfus sayımında kendilerini saydırmamışlar, bunun üzerine köylü başına 1.075.000.-Tl. para cezaları çıkmış, 10 gün içinde para cezalarını da ödememe kararı alarak para cezası % 50 zamlanmıştır, onu da ödememe kararı almışlar, dört bin kişi olarak cezaevine girmek eylemini hazırlamışlardır.
Arkadan nihayet, Danıştay son onama kararlarını vermiştir. Biz 17 Nisan 1998 tarihinde tebellüğ etmişizdir. Çevre Bakanlığı da 28 Nisan’da. Sayın Aykut davalı olarak onbeş günlük yasal süre içinde tashihi karar haklarını kullanmayacaklarını kamuoyuna açıklamıştır. Bu şu demektir. 11 Mayıs 1998 günü muhkem kaziye/ kesinleşmiş hüküm oluşacaktır. Tekrar 11 Haziran 1998 gününe kadar devlet akla, hukuka sığmayan bir tavır sergileyebilir.
Veya devlet, bakanlıklar Valilik aracılığı ile hemen kamuoyuna şu açıklamayı yapabilir:“Bergama’dan Dikili’ye doğru araziyi kaydırdılar. Yeni başvurularını yaptılar. Alman, Fransız, Kanadalı bilim adamları ile bu sefer pek yaman bir ÇED yaptılar, yaparlar, yapıyorlar. Zaten Çevre Bakanımız geçen gün Kanada’ya, evvelki gün Paris’e gitmişti, artık siyanüre tuz, şeker ve yoğurt atılmak suretiyle tehlike azaltılıyormuş yeniden izin verdik, veriyoruz” diyebilirler. Bizi yine dava açmaya sürükleyebilirler.
Veya “Maden ruhsatı devam ediyor. Devletimizin taahhütleri var. ÇUŞ geliyor. Toprağı alıp Kütahya’ ya götürüp Etibank’a satacağız. Sizinkiler yani Etibank o tarihte hangi işadamına, hangi basın tröstüne özelleştirme ile verilmiş olur bilemem, ama onlar siyanürü basarlar ağır metaller çıkarsa çıkar” derler.
Haydi biz yine Kütahya’nın Dulkadir Köyü’nde 112 nüfusun 56 kişiye düştüğünü, arseniği, bilim raporlarını ortaya koyar, davalar açar, kazanır, halkı harekete geçiririz. Yine kazanırız.
Son gelişmeyi biliyorsunuz. Ankara’da yapılıyor olsa gerek toplantılar sonucu firma 120 işçisini ücretsiz izinli kıldı. 120 işçiyi ve ailelerini bağırmaya çağırmaya sürükleyecek. Orman Bakanlığı çitleri sökmekten vazgeçti.
Burası hukukçuların oluşturduğu bir topluluk, yakışır mı bilmem ama şöyle seslenmek istiyorum devletimize ve “siyanürlü altın”cı firmalara: “Gelin burada kestiğiniz ağaçları geri dikin. Turizm Bakanı ile görüşün otel yapmaya, yatay turizm yapmaya çalışın. Veya gelin ekolojik pamuk ekin. Bizi de, doğamızı da, kuşları da zeytinlikleri de öldürmemiş olursunuz. Size katil de demezler...
Hoş olur...”
“Yook” derseniz... Ben karışmam artık. Biz karışmayız. Biz bilmeyiz. Köylüler bilir.... .
Tam benim alanıma girmese de, İzmir Çevre Hareketi Avukatlarından olmam dolayısıyla, Av.Noyan Özkan'ın takip ettiği Nükleer Santral dosyası için de şunu söylemek istiyorum:
10 yılı aşkın boşluktan sonra tekrar Türkiye’ye girmeye kalkan nükleer santral girişimine tanık olunmuştur.
İçel, Gülnar, Akkuyu'da çevre, kişi ve kuruluşların avukatları olarak, Başbakanlığa ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’na ve TEK’e başvurarak; insan sağlığına ve çevreye zararına dikkat çekerek; dışa bağımlı olmayan, temiz, alternatif, hidroelektrik ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları önererek; dünyanın artık nükleer enerjiyi terk ettiği olgusunun altını çizerek; Çernobil nükleer kazasını aktararak; yöre halkının istemediğini kanıtlayarak, yörenin sebzecilik ve tarım ve seracılıkla uğraştığını ve kızılçam ormanı ve Göksu Deltası ve turizm potansiyelini ortaya koyarak, kanıtlayarak; Türkiye'de üretilen enerjinin % 30'unun dağıtımda yittiği, örneğin Almanya’daki gibi bunu % 6 ' ya düşürmeye yatırım yapılsa 10 Akkuyu Santralı’na eşit enerji üretileceği kanıtlanarak, tasarruf politikalarına yönelmek gerektiği belirtilerek; Çevre Yasası’na ve Çevre Yönetmeliği’ne aykırılık saptayarak, uluslararası sözleşmelerin de ihlalini ortaya koyarak, alt yapı tamamlama işlemleri ve müşavirlik işlemleri ile nükleer santralın yapımına ilişkin her tür işlemin karar ve faaliyetinin durdurulması ve bu amaçla bütçeden harcama yapılmaması, santraldan vazgeçilmesi yollu başvuruya karşı alınan olumsuz yanıtın iptali yolundaki Adana İdare Mahkemesi’nin 1995/317 Esas sayılı davasında yargı, görüşünü özetle şöyle ortaya koymuştur:
“TBMM kanun yapar, kalkınma planı yapar, nitekim yapmıştır. Türkiye'ye nükleer santral girecek demiştir. Ben karışamam, denetleyemem. Ancak yer seçimini denetlerim. Fakat o konuda da ÇED aşamasına gelinmemiştir,” demiştir. Karar Danıştay’ca onanmıştır. Tashihi karar aşamasındadır.
İnşaat ihalesine geçilince 2. iptal davası yine tarafımızdan açılmıştır. Yerel mahkeme, nükleer santralların, radyoaktif atık tesislerinin termik santral olmadığını, liste dışı kaldığını, ÇED verilerinin henüz tam olmadığını, inşaat aşamasına gelinmediğini gerekçe yaparak yine red kararı vermiştir. Halbuki Prof. Dr. Tolga Yarman'ın da belirttiği gibi, Akkuyu en azından yer seçimi olarak uygun değil iken mahkemelerce bile, bir biçimi ile ÇED raporuna gitmeden fiilen dayatma oluşuyor olmaktadır. Bu aleyhe karar da Danıştay’da temyiz edilmiştir. [Bu arada, bu konuda Mümtaz Soysal’ın nükleer aşkının da hatırlanması uygun olur kanısındayız. Ve en sonunda da Ecevit’in teslim olup 10 yıl sonra yine bakarız diyerek dosyayı kapattığını görüyoruz.]
Av. S.Ö”

Hiç yorum yok: